10 Nisan 2016 Pazar

MANTIKU'T TAYR

Mantık-ut Tayr Allah'ın birliği, İslam dininin son peygamberi Muhammed'in methi gibi konulara sahip olan uzunca bir girizgâhın ardından kuşların kendilerine bir padişah seçmek istemelerinden bahseden bir giriş bölümü ile başlar. Kuşlar bir araya gelip her ülkenin padişahı olduğu kendi ülkelerinin de bir padişahı olması gerektiğini tartışırlar. Daha sonra içlerinde en bilge görülen Hüdhüd onlara padişahlarının ancak ve ancak Simurg kuşu olduğunu aktarır. Bu nokta ile birlikte Hüdhüd hikâye içerisinde önemli bir semboldür ve giriş kısmında kuş topluluğundaki Hüdhüd şu şekilde betimlenir:
"Sırtında tarikat elbisesi, başında ise hakikat tacı vardı."[2]
Eserde Tanrı'yı sembolize eden Simurg kuşuna yapılan betimlemelerden biri ise şudur:
"Kuşkusuz bizim de bir padişahımız vardır. O da Kaf Dağı'nın ardındadır."
"Adı Simurg'dur, kuşların padişahıdır. O bize yakındır lakin biz ona oldukça uzağız."[3][4]
Buradan sonra yol hazırlığı içerisindeki kuşlar tek tek tanıtılır fakat öncelikle Simurg'u daha detaylıca tarif eden bir bölüm yer alır. Sonrasında farklı kuşların hikâyeleri anlatılır ve her bir kuşla bir zaaf veya özellik ilişkilendirilir. Böylece o zaafın veya özelliğin tasavvuf bağlamındaki yerine değinilir. Örneğin papağanın hikâyesinde papağan kendisinin Simurg'un dergâhına varacak takati olmadığını belirtir ve tek arzusunun içmekte olduğu ab-ı hayatolduğunu dile getirir. Hüdhüd ise canını önemsemenin yanlışlığı ile ilgili bir cevap verir ve canın canana feda etmek için olduğundan bahseder. Kitabın tek tek kuşlardan bahseden bu bölümünden itibaren anlatımda aralara bahsi geçen özellik, kavram veya genel olarak konu hakkında çeşitli hikâyeler, kıssalar anlatılır. Bu kıssaların bir kısmı tarihte yaşamış önemli kimselere atfedilir veya içlerinde karakter olarak bu kişileri barındırır.
Kuşların tek tek gelip kendilerine dair konuşmalarından ve bunlardan çeşitli özelliklerin tasavvufî tahlilinin yapılmasından sonra kuşlar Hüdhüd'e başka sorular yöneltirler. Cevaplardan sonra kuşlar yola düşmek isterler öncelikle Hüdhüd onlara açıklayıcı bir konuşma yapar. Fakat bu konuşmanın ardından bahane getirmeye başlarlar. Hüdhüd tek tek bahaneleri cevaplar. Bahanelerin sonunda bir kuşun yolu anlatmasını istemesi üzerine Hüdhüd Simurg'a ulaşmak için gidilecek yolu anlatır; aşılması gerekilen yedi vadi vardır, hepsi de çetindir. Vadilerin adları sırasıyla: Talep, Aşk, Marifet, İstiğna (ihtiyaçsızlık), Tevhid, Hayret, son olarak da Fakr ve Fena'dır. Hüdhüd bu vadilerin her birini anlatır, daha sonra etkilenen kuşlar yola koyulurlar. Binlerce kuş olarak çıktıkları yoldan sadece otuzu Simurg'un dergâhına varabilir. Sonunda Simurg'u gördüklerinde ise Simurg'un kendileri olduğunu fark ederler; dergâh aslında bir aynadan ibarettir. Bu eserde şöyle açıklanır:
"O dergâhtan hal diliyle bir nida geldi: 'Güneşe benzeyen bu dergâh bir aynadır'."[5]
Kuşlar böylece fani olduktan uzunca bir süre sonra onların tekrar kendilerine (varlık alemine) gelmelerine izin verilir. Bu noktada kuşların geldikleri makamın beka olduğunu ifade eden ve beka makamından söz eden beyitler bulunur. Kitap Attar'ın kendisi hakkındaki bir kısımla biter; bu kısımda kitabına dair de yorumları bulunur.

NASRETTİN HOCA HİKAYELERİ

Timur’un Rüyası

Aksak Timur bir gün Akşehir’in ileri gelenlerinden bir adamı huzuruna istemiş. Hiçbir şeyden haberi olmayan adamcağız huzura çıkınca, Timur:
– Bana bak, demiş, sen kim oluyorsun da bana hakaret ediyorsun.
– Aman Hünkâr’ım, demiş adam, buna nasıl dilim varır?
Timur’un öfkeli sesi yeri göğü inletmiş:
– Utanmaz, bir de yalan söylüyorsun, gece rüyamda gördüm, hakaret ediyordun. Tez götürün bu adamı, gereği yapıla!
diyerek adamın ölüm fermanını imzalamış. Akşehir dediğin ne ki, olay anında duyulmuş. Duyulur duyulmaz da bizim Nasreddin Hoca tası tarağı topladığı gibi Akşehir’den hicret etmek istemiş. Ahali Hoca’nın kapısında toplanıp:
– Aman Hocam, demişler, nereye gidiyorsun, bizi Timur’dan sen koruyordun, sahipsiz kalacağız.
– Bundan sonra değil sizi, Nasreddin Hoca’yı da koruyamam, demiş. Adamın dünyasına karıştım ama, rüyasına karışamam!

Kirli Kuzgun

Hoca’nın pek âdeti de değil ya, bir gün Akşehir Gölü’ ne hanımıyla çamaşır yıkamaya gitmişler. Hanım yıkıyor, Hoca seriyor derken bir kara kuzguncuk ok gibi atılıp sabunu kaptığı gibi havalanmış. Kadıncağız ah vah etmeye kalkınca Hoca:
– Boşver hatun, demiş, ne sızlanıp duruyorsun, o bizden kirli, temizlensin gariban!
Komşuya Gitmem Komşusu, Hoca’dan eşeğini ödünç istemiş. Hoca da:
– Eşeğime sormam lazım, deyip ahıra gitmiş. Döndüğünde ne dese beğenirsiniz:
– Kusura bakma komşum. Sana gelmek istemedi. Şimdi senin hakkında ileri geri konuşur, benim de eşekliğim t

Hoca Bilgin Olursa

Hikâye bu ya, Akşehir’e yabancı bir bilgin gelmiş. Onu ağırlama görevini de Akşehir’in en yaşlısı ve en bilgin kişisi olarak Nasreddin Hoca’ya vermişler. Yenilmiş, içilmiş, gezilmiş sıra Hoca’nın bilginliğini ölçmeye gelmiş. Yabancı bilgin, elindeki değnekle yere bir daire, ortasına da bir çizgi çizmiş. Hoca, parmağıyla kendine doğru üç, bilgine doğru bir yapmış. Bilgin par maklarıyla su atar gibi elini aşağıya doğru sallamış, Hoca da yukarıya doğru… Neyse bilgin, Hoca’yı yerlere kadar eğilerek selamlamış.
Ülkesine dönen bilgin, herkese Hoca’yı anlata anlata bitiremiyormuş. Diyormuş ki:
– Daire çizdim. Ekvatoru gösterince, O, dünyanın dörtte üçü su, dörtte biri kara, dedi. Ben yağmuru sorunca hemen anladı, buharlaşmayı anlattı.
Tabi Akşehirliler de Hoca’ya yabancı bilginin neler yaptığını sorunca Hoca:
– Vallahi hiçbir şey anlamadım, demiş. Önce kocaman bir sini çizdi. Anlayacağınız baklava yiyelim, dedi. Tepsiyi ikiye böldü. Ben de yoo… yağma yok! Üçü benim, biri senin hakkın, dedim. Sonra eliyle fındık, fıstık serper gibi yaptı. Ben de tamam, dedim. Yalnız, parmaklarımı şöyle şöyle oynatarak odun ateşinde pişmeli, dedim. O da hepsini sen ye deyip yerlere kadar önümde eğildi!
utar, dedi.

 

DEDE KORKUT HİKAYELERİ

Dede Korkut Hikayeleri sözlü olarak bütün Türk illerinde varlıkları görülen, 
 ve 
 destanları ile ilgisi bulunan, 
arasında 
 öncesi doğan, İslamiyetin kabulü ile İslami renge bürünen ve destan hususiyeti taşıyan hikayeler. Hikayelerin hepsinde Dede Korkud adlı bir Türk ermişinin ortaya çıkarak deyişler demesi, Oğuzname düzmesi, destan söyleyip Oğuz halkına nasihatta bulunması; onların Dede Korkud Hikayeleri adıyla anılmasına sebep olmuştur. Hikayelerin tamamının bulunduğu kitaba da Kitab-ı Dede Korkud (Dede Korkud Kitabı) denilmektedir. Hikayeler Oğuz Türklerine aittir.Oğuz Türklerinin 24 boya ayrılması sebebiyle, sayılarının Oğuz boyları kadar olması fikri bazı Türkologlar tarafından düşünülmüşse de, bugün elimizde sadece 12 hikaye bulunmaktadır. Dede Korkut hikayeleri 
`nin en bilinen 
 
ındandır. Destanın 
 dayandığı varsayılsa da, Türk boylarının göçmen olmalarından dolayı tam olarak bir tarih belirlemek mümkün değildir. ``Dede Korkut Kitabı``ndaki hikayeler tarih boyunca dilden dile, anlatıcıdan anlatıcıya aktarılan bir sözlü gelenek ürünüdür. Bu süreç içerisinde değişikliklere uğrayan hikayeler 
 yazıya geçirilmişlerdir. 

Dede Korkut kimdir?

`un destanların ilk anlatıcısı olduğu tahmin edilmektedir. Hikayelerde veli bir kişi olarak ortaya çıkar. Oğuzlar önemli meseleleri ona danışırlar. Keramet sahibi olduğuna inanılır. Gelecekten haberler verdiği söylenir. 
 ve 
ır. 
 çalıp, hikmetli sözler söyler. Kopuzuna da kendine duyulduğu gibi saygı duyulur. 
`de, Dede Korkut`un 295 yıl yaşadığı ve 
`e elçi olarak gönderildiği anlatılmaktadır. 
`a 
 yapmış olduğu da düşünülmektedir. 

İsmin tarihi

Korkut kelimesinin “kork-” fiil kökünden türemiş olma ihtimalinin yanı sıra 
 kökenli olup 
 manasına gelmesi de mümkündür. Her iki ihtimalde de a€˜Korkut` kelimesinin bir lakap, bir unvan olduğu görülmektedir. “Dede” kelimesinin ise ata manasında kullanıldığı tahmin edilmektedir. Fakat destanlarda daha çok halk arasında büyük hürmet ve kutsallık kazanmış halk bilgini anlamında kullanılmıştır. 

Dede Korkut`un gerçek ismi, hayatı, yaşadığı çağ ve coğrafyayı kesin olarak aydınlatmak eldeki kaynaklar ve rivayet ile mümkün değildir. Destanlardan çıkarılabildiği kadarıyla ise Dede Korkut`un iki kişilik olarak ön plana çıkar:
  1. Kutsal kişiliği
  2. Bilge kişiliği
Başka kaynaklarda devlet adamı kişiliğinin de bulunduğu belirtilmektedir. Dede Korkut`un çok kişilikli olarak karşımıza çıkması farklı zaman, hatta farklı mekanda yaşamış benzer şahsiyetlerin destanlarda tek isim altında toplanmış olabileceğini düşündürse de bu kişiliklerin halkın eklentisi olma ihtimali de vardır. 

Destanlar

Kitapta on iki tane destan vardır. Bu destanların her biri bir boy için söylenilmiştir. Bu destanlarda boyların 
ının başından geçen olaylar, ad koyma, canavarlarla savaşma gibi bölümler yer almaktadır. 

Hikayelerin dili oldukça sadedir. 15-16. 
 yazıya geçirildikleri halde arı bir 
`ye sahiptir. Az miktarda Arapça kökenli kelime de vardır. 
 ve 
`in 
 ile yayınladıkları kitaplar
 öğrencilerinin anlayabileceği kadar sade ve basit cümle yapısına sahiptir. Hikayeler çoğunlukla 
ve ahenkli bir şekilde anlatılır. Manzumların bir kısmı kafiyeli olmasa da kulağa hoş gelen bir söyleyiş tarzı vardır. Kitapta yaklaşık 8.000 tane farklı sözcük ve deyim geçer. Cümleler kısa ve yalındır. 

Dede Korkut Destanlarının Genel İç Yapısı

Dede Korkut destanları olağanüstü olayların yoğunluğundan sıyrılmış ve günlük, sade olaylar içeriklerine dahil olmuştur. Destan niteliğine tüm Oğuzlar`ı etkilemesiyle ulaşmıştır. 

Hikayelerde dersler verilmiş, halk bilgilendirilmek istenmiştir. Destanlaşmış tarih olayları anlatılmıştır. Oğuzların dini inançları belirtilmiştir. Örneğin, Alplerin savaşa gitmeden önce arı suyla abdest aldığı ve iki rekat namaz kıldıkları belirtilmiştir. Halkın ekonomik durumu da anlatılmıştır. Oğuzların daha çok 
 geçindiği neredeyse her hikayede görülmektedir. Yalnız, Oğuzlar`da üstünlük zenginlikle, mal ve mülkle olmamaktadır. Bunun için yiğitlik gerekmektedir. Erkek gençlerin isim alabilmesi için bir yiğitlik göstermesi gerekir. Yiğitlik gösteren delikanlıya Dede Korkut isim verir. Verdiği isimler genellikle delikanlının gösterdiği yiğitlikle alakalıdır. Mesala 
`a a€˜Boğaç` ismi boğayı boğduğu için verilmiştir. Oğuzlar işlerini kendileri yapamazsa küçük düşerler. Üstünlüklerini kaybetmemek için yardım kabul etmezler. 
`ın hikayesinde de böyle olmuş, Kazan Han çobanı, yardımını engellemek için ağaca bağlamıştır. 

Hikayelerde kadın da söz sahibidir ve hanlık edebilir. Kadın evlenirken güçlü, yiğit birini arar. Gerektiğinde de savaşır fakat onun savaşması erkeği küçük düşürür. 

5 Ocak 2016 Salı

ŞİİR SOKAKTA











BEŞİKTAŞ' IN KURULUŞ TARİHÇESİ

BEŞİKTAŞ


Beşiktaş Jimnastik Kulübü ya da kısaca Beşiktaş, 1903 yılı Mart ayında İstanbul'da kurulan spor kulübü.[1] Bereket Jimnastik Kulübü adıyla kurulan kulüp, 26 Ocak 1911 tarihinde Beyoğlu Mutasarrıfı Muhittin Bey'in teşvikiyle Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü, adıyla tescil edilen ilk Türk spor kulübü oldu.[1][1] Daha çok futbol şubesiyle tanınan kulüp, Türkiye'de futbolun profesyonelleşmesinden sonra şampiyon olma başarısı gösteren 5 kulüpten birisidir. Kulübün genel başkanı Fikret Orman'dır.
Beşiktaş, güncel olarak futbol (erkeklerde), basketbol (erkek ve bayanlarda), hentbol ve voleybol (erkekler) dallarında birinci lig düzeyinde temsil edilmektedir. Bu dalların yanında atletizm, bedensel engelliler, boks, briç, güreş, jimnastik, kürek, masa tenisi, satranç ve elektronik spor dallarında faaliyetlerini sürdürmektedir. Beşiktaş Futbol Takımı, şampiyon olan 5 takımdan birisidir. Ayrıca, futbol takımı armasında yıldız olanb 4 Türk takımından biridir. İnternet üzerinden yapılan bir araştırmada,c Beşiktaş Türkiye çapında %19 civarında taraftar oranı ile en çok taraftara sahip 3. kulüp olmuştur.[2][3] 2013 Eylül ayında, bağımsız bir araştırma şirketi tarafından 27 büyükşehirde 1001 kişi ile yapılan ankette, Beşiktaş'ı tutanların oranı %21.3 olarak açıklanmıştır.[4]
Beşiktaş Erkek Basketbol Takımı, kurulduğu 1933 yılından bu yana Türkiye Basketbol Ligi'nde toplam 2 defa şampiyon olmuştur. Bunun dışında 1'er kez 2. Lig, Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı kazanan takım, 2011-12 sezonunda EuroChallenge 'ı kazanarak tarihinde ilk kez bir Avrupa şampiyonluğu elde etmiştir. Beşiktaş Kadın Basketbol Takımı, Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi'ni toplamda 3 defa müzesine götürürken, 1 kez de Kadınlar Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda mutlu sona ulaşmıştır. 2003 yılında kurulan Beşiktaş Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı ise 2 kez Türkiye Tekerlekli Sandalye Basketbol Süper Ligi'ni kazanma başarısı gösterirken, 1 kez Andre Vergauwen Kupası ve 1 kez de Willi Brinkmann Kupası'nda şampiyonluk elde etmiştir. Faaliyetlerine 1961 yılında başlayan Beşiktaş Bayan Voleybol Takımı, 1'er kez Türkiye Bayanlar Voleybol Şampiyonası, Federasyon Kupası'nda şampiyon olmuştur. Kadınlar Voleybol Balkan Kupası'nda ise toplam 3 kez şampiyon olmuştur. 2013-14 sezonunda CEV Challenge Kupası'nda final oynama başarısı göstermiştir. 1986 yılında kurulan Beşiktaş Erkek Voleybol Takımı ise İstanbul Erkekler Voleybol Ligi ve Federasyon Kupası'nda 1'er kez şampiyon olmuştur. 1986 yılında kurulan Beşiktaş Erkek Hentbol Takımı, 10 kez ile Türkiye Erkekler Hentbol Süper Ligi'ni en çok kazanan takımdır. Bunun dışında 9 kez Türkiye Kupası ve 10 kez de Süper Kupa'da şampiyon olmuştur.

1902 yılında, 22 kişiden oluşan grup o zamanların Medine Muhafızı Şhaplı Osman Ferit Paşa'nın Beşiktaş'ın Serencebey Semti'nde bulunan konağının bahçesinde, haftanın belirli günlerinde bir araya gelip çeşitli jimnastik hareketleri yapmaktaydılar. Şhaplı Osman Ferit Paşa'nın oğulları Mehmet Şamil Şhaplı ve Hüseyin Bereket ile mahalledeki birkaç genç, aletli ve aletsiz jimnastik, barfiks, boks, güreş, halter gibi spor dallarına ilgiliydiler.[5] O yıllarda siyasi nedenlerden ötürü toplanma olaylarına karşı, şehrin birçok yerinde hafiyeler kol gezmekteydi. Serencebey'de bir araya gelen bu 22 kişilik grup, hafiyelerin yaptığı bir baskın sonucu karakola düşmüştür. Ancak, II. Abdülhamid'in başyaveri Mehmet Paşa ve kuşçubaşı Behçet Bey'in de aralarında bulunduğu saray erkanından kişiler, yeni kurulan bu kulübün aletli jimnastik, güreş, boks ve halter gibi insan sağlığına faydalı sporlarla uğraşan bir mektep olduğuna padişahı inandırmaları, o dönemde hoş karşılanmayan ve dini yönden haram olarak kabul edilen futbol oyununu oynamamaları ve sadece beden hareketi yapmaları sebebiyle herhangi bir ceza almamışlardır.[6][7] Daha sonra isimlerini Osmanlı Beşiktaş Terbiye-i Bedeniye Mektebiç olarak değiştirmişlerdir. II. Abdülhamit ise kulübün belirtilen spor dalları ile uğraşmaları için özel bir ferman çıkararak faaliyetlerine izin vermiştir.[7] O zamanların boksör ve güreşçilerinden Kenan Bey'de, sporculara güreş ve boks antrenmanları yaptırmıştır.[5] Mart 1903 tarihinde özel izinle Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü kurulmuştur.[5] Mehmet Şamil Şhaplı, kulübün ilk başkanı, Hüseyin Bereket ise ilk genel sekreteri olarak seçilmiştir.[8] Kulüp ismini ise Şhaplı Osman Ferit Paşa'nın dedesi olan Mirzaiko Bereket Bey ve babası Bereketiko Hasan Bey'den almıştır. Şhaplı Osman Ferit Paşa, 1870'lerin sonunda Beşiktaş Serencebey yokuşundaki konağını satın almış ve kulüp bu konakta kurulmuştur

Kara Kartal sembolü

19 Ocak 1941 tarihinde, Şeref Stadı'nda Beşiktaş'ın Süleymaniye takımıyla oynadığı bir maçta, Beşiktaş takımının hücum ettiği tribünde bulunan Mehmet Galin isminde bir taraftarın "Haydi Kara Kartallar, Hücum edin Kara Kartallar"... şeklinde tezahürat yapmıştır.[20] Beşiktaş'ın maçta üstün oynaması ve art arda ataklar yapması da, taraftarların bu tezahüratı benimsemesini sağlamıştır. Beşiktaş o karşılaşmayı, Şeref Görkey'in voleyle attığı 3 gol, kaptan Hakkı Yeten, Şakir ve Şükrü'nün birer golüyle 6-0 galibiyetle bitirmiştir.[20] Bu maçtan sonra, Kara Kartal Beşiktaş'ın sembolü olarak kabul edilmiştir.[20] 


CAN YÜCELİN HAYATI


CAN YÜCEL

Can Yücel (21 Ağustos 1926 İstanbul - 12 Ağustos 1999[1] ), modern Türk şair. Kullandığı kaba ama samimi dil ve bariton[2] sesi ile okuduğu Türk şiirinde farklı bir tarz yaratmıştır. Tek parti döneminin 7 yıl süre ile Millî Eğitim Bakanlığını yapan Hasan Âli Yücel’in oğludur.
1943 yılında, yakın dostu ve Ankara Atatürk Lisesi'nden sınıf arkadaşı Gazi Yaşargil ile birlikte yurt dışı eğitim bursu kazandığı halde, babası, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel " Bakan, kendi oğluna torpil yaptı derler" diyerek karşı çıktı, söylendi. Gazi Yaşargil, bu bilginin doğru olmadığını, ikisinin de ailelerinin imkânlarıyla yurt dışına gittiklerini açıkladı.[3]Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum ve Marmaris'te turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu.
Son yıllarında Eski Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`e hakaretten yargılanan Yücel, 18 Nisan seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi`nin İzmir 1. sıra milletvekili adayı oldu. 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'ya defnedildi.

Can Yücel, 1945-1965 yılları arasında `Yenilikler`, `Beraber`, `Seçilmiş Hikayeler`, `Dost`, `Sosyal Adalet`, `Şiir Sanatı`, `Dönem`,`Ant`, `İmece` ve `Papirüs` adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları `Yeni Dergi`, ‘Birikim`, `Sanat Emeği`, `Yazko Edebiyat` ve `Yeni Düşün` dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965`ten sonra siyasal konularda da ürün verdi. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkûm oldu. 1974’de çıkarılan genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı.
1962'de İngiltere'deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.
Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekip koğuşturmaya uğrayan Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında `Yazma` adlı kitapta toplamıştır.
Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. Can Yücel'in ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. 'Maaile' şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir: eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. 'Küçük Kızım Su'ya', 'Güzel'e', 'Yeni Hasan'a Yolluk', 'Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim' bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır.
Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi önemli yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına ve Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına bağlı kalmayan, eserleri topluma aktarma amacıyla yaptığı çevirilerdir. Shakespeare'in ünlü 'to be or not to be' sözünü 'bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin' şeklinde Türkçeleştirmiştir. 1959'da ilk baskısı yayımlanan 'Her Boydan' adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçeye çevirmiştir.
12 Ağustos 1999 tarihinde vefat eden Yücel'in cenazesi dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina'nın katkıları ile Datça'ya getirildi ve 17 Ağustos 1999 tarihinde 1999 Gölcük depreminin meydana geldiği tarihte defnedildi.[2] Ölüm yıldönümlerinde kutlamalar, "şarap" içiliyor gerekçesi ile Datça Belediyesi tarafından yapılmadı.[4] "Mekanım Datça Olsun" isimli bir kitap yazması ve yayınlaması nedeniyle, mezarı Datça şehrine defin edilen Yücel'in mezarı, Datça'da adına tören düzenlenmemesi ve başka yerlerde yapılan törenler nedeniyle yıkıma uğratıldı ve mezar taşı parçalandı.[4][5] Mezarı yakınında bulunan "Can Evi" isimli alan ise, bu yıkımın ardından kapatıldı.[4]

İKİNCİ YENİ EDEBİYAT ŞAİRLERİ VE ŞİİR ÖRNEKLERİ

İkinci Yeni Şiir Akımının Genel Özellikleri
  • Aklın mantıksal işleyişine sırt çevirdiler, gerçeküstücülüğü daha bilinçli benimsediler.
  • Anlama değil imgeye kapılarını sonuna kadar açtılar.
  • Konuşma diline uzak kaldılar, edebi sanatlara özgürlük tanıdılar.
  • I. Yeni'nin tam tersi noktadan yola çıkarak halk kültüründen uzaklaştılar.
  • Anlamı karartan ve gizleyen bir tavır takındılar. Sözcüklerin çağrışımlarla derinleşen ve çoğalan değerine önem verdiler.
  • Folklorik malzemenin şairin kişiliğini ezeceğini savunduklarından "Folklor şiire düşman" sloganını geliştirdiler.
  • Kentli küçük insan tipinin çizilmesine ve bu tipin "Süleyman Efendi" tiplemesinde olduğu gibi idolleştirilmesine son verdiler.
  • Duyguya ve çağrışıma dayanarak şiirin içsel zenginliğini daima yeni yorumlara açık bıraktılar.
  • Garip şiiri yoksul çoğunluğun yaşama koşullarını ve zevk anlayışını dikkate alırken, İkinci Yeniciler, daha çok aydın kesimin ve elit tabakanın zevkine hitap ettiler.
  • Şiiri, diğer sanatlarla yakın ilişkiye soktular.
  • Şiiri aklın, ahlaki endişelerin, yasaların ve alışılmış her türlü sınırlayıcı, baskıcı düzeneklerin dışına çıkarmak istediler.
  • Biçimin içerikten önce geldiğini savunan İkinci Yeniciler, siyaset dışı kalmaya özen gösterdiler.
ECE AYHAN
  • Ece Ayhan'ın şiir dili, okuyucuyu şaşırtma ve sarsma anlayışı üzerine kuruludur.
  • Özgün imgelerinin ritmi, her türlü deneyimi kucaklayacak kadar çeşitlidir.
  • Sürrealist teknikleri şiirimize en ciddi biçimde uygulayan şairdir.
  • Onun şiirinde sözcükle dize arasında korkunç bir inatlaşma vardır. Sözcük, kullanıldığı dize içerisindeki yerinden dolayı okuyucu tarafından yadırganır.
  • O, yerleşik dil doğasını yıkarak kendine özgü bir dil yaratmak ister.
  • Eserleri
    Şiir: Kınar Hanımın Denizleri, Bakışsız Bir Kedi ( Kara, Ortadokslular, Yurt Savrul, Zambaklı Padişah, Kolsuz Bir Hattat...
MOR KÜLHANİ
1.Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler
2.Şiirimiz her işi yapar abiler
Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir
Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler
3.Şiirimiz gül kurutur abiler
Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın
Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga'ya kaçan
Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu
Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir
Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler
***
İLHAN BERK
  • İlhan Berk'in ilk şiirleri, Manisa Halkevi'nin çıkardığı "Uyanış" dergisinde çıktı.
  • "istanbul Şiiri"nde İstanbul'un küçük insanlarının macerasını anlattı.
  • Şiirde ses ve müzik yerine daha çok anlamca kapalı şiirler yazmış olmasına rağmen "Günaydın Yeryüzü" kitabıyla 142. maddeden ko-ğuşturmaya uğradı.
  • Ona göre, erotizm, şiirin atardamarıdır, "Kül" adlı kitabıyla "Türk Dil Kurumu" Şiir Ödülü'nü İstanbul Kitabı'yla da "Behçet Necatigil Şiir Ödülü"nü aldı.
  • Eserleri
    Şiir: Güneşi Yakanların Selamı, İstanbul, Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı, Köroğlu, Çivi Yazısı, Ga-lile Denizi, Otağ, Şenlikname...
NE BÖYLE SEVDALAR GÖRDÜM NE BÖYLE AYRILIKLAR
Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni
Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları (İlhan BERK)
CEMAL SÜREYA
  • Cemal Süreya, lise yıllarında aruzla şiirler yazarak edebiyata girdi. İlk şiiri Mülkiye dergisinde yayımlandı.
  • Şiirlerinin yanında sanat konularındaki deneme ve eleştirileriyle tanındı.
  • İkinci Yeni'nin öncülerinden olan şairin ilk şiirlerinde biçim kaygısının ağır bastığı, yeni bir imge ve söyleyiş peşinde olduğu görülür.
  • Eski şiirle bağını sesten çok imge yoluyla kurar, çağrışımlardan yararlanır.
  • Onun şiiri, ince buluşların, duygulanımların, yaşanan gerçekliğin, toplumsal ve kültürel birikimin kendine özgü bir söyleyişle bütünleşmiş bileşimidir.
  • Kendi şiirini tanımlarken: "Benim şiirim erotik bir şiirdir." der.
  • Eserleri
    Şiir: Üvercinka, Göçebe, Beni Öp Sonra Doğur Beni, Uçurumda Açan, Sevda Sözleri, Sıcak Nal, Güz Bitiği
Beni Öp Sonra Doğur Beni
Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.
Ovadan
gözü bağlı bir leylâk kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.
Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.
Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.
Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgârın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.
Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.
Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
-uykusuzluğun sütlü inciri-
kovanlara sızmıyor.
Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.      ( Cemal CEMAL)
TURGUT UYAR
  • Turgut Uyar'ın ölçülü, uyaklı ilk şiiri "Yol", Yedigün dergisinde çıktı.
  • Diğer şiirleri Varlık, Yeditepe, Pazar Postası, Türk Dili dergilerinde yer aldı.
  • ikinci Yeni şairi olarak tanınması ve değerlendirilmesine karşı çıktı. Şiirinde sürekli bir arayış içinde oldu.
  • "Divan" adlı eserinde Divan şiirinden yararlanmayı denedi, şiiri hep içerikte arayan bir şair oldu.
  • "Tütünler Islak" adlı eseriyle Yeditepe Şiir Ödü-lü'nü, "Kayayı Delen İncir" ile Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nü, "Büyük Saat" ile Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü'nü aldı.
  • Eserleri
    Şiir: Arz-ı Hal, Türkiyem, Dünyanın En Güzel Arabis-tanı
TUT Kİ BEN
tut ki sen bir şiiri çok iyi yazsan
ya da çok iyi bir şiir yazsan
bir saatin aralıksız işleyişi
bir çocuğun bir sokak kedisini sevişi
bilmem ki sanki güzel bir akşam gibi
onun için her akşamı iyi yaşamalıyım
yani kıskanılan onu
demek istediğim hepsi (Turgut Uyar)
SEZAİ KARAKOÇ
  • Sezai Karakoç'un ilk şiirleri Hisar, Mülkiye gibi dergilerde yayımlandı. Fransızcadan şiirler çevirdi. Deneme ve eleştiri türlerinde de yazdı.
  • Şiir Sanatı, Diriliş dergilerini çıkardı.
  • ikinci Yeni'nin biçim olanaklarından yararlanarak İslami özle, mistisizmle beslenen bir şiir geliştirdi.
  • Özellikle Şahdamar ve Köpük'ten sonra İkinci Yeni şairleri gibi kapalı bir anlatım biçimine doğru giden şiirlerinin arka planı oldukça zengin imgeler ve serbest çağrışımlarla yüklüdür.
  • Devlet, millet, medeniyet kavramlarına farklı boyutlarda anlam yükleyen sanatçının 41 yıllık "Diriliş" doktrini etrafında düşünsel alanda bir diriliş nesli oluşmuştur.
  • Eserleri
    Şiir: Körfez, Şahdamar, Hızırla Kırk Saat, Sesler, Ta-ha'nın Kitabı, Kıyamet Aşısı, Gül Muştusu, Monaroza, Zamana Adanmış Sözler...
MONA ROZA
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar  (Sezai Karakoç)
***
EDİP CANSEVER
  • Edip Cansever'in edebiyata ilgisi çocukluk yaşlarında başlamıştır.
  • İlk şiirlerinde güncel yaşam kesitleri içinde bireyin büyük kent karmaşasındaki bunalımlarını, avareliklerini, sevinç ve özleyişlerini yansıttı.
  • Değişik bir söyleyişin, imge düzeninin egemen olduğu şiirlerinde çağdaş insanın yabancılaşmasını, düşsel yanı ağır basan bir anlayışla işledi.
  • Çok sesli bir şiirin yaratıcısı oldu. Taklit edilemeyecek bir özgünlüğe sahipti.
  • Anlaşılması güç kapalı şiirleriyle ikinci Yeni'nin öncüleri arasında yer aldı.
  • Yeniliksiz edemeyen, sürekli kendini yenileyen bir şairdi.
  • "Yalnızlık" onun şiirlerinin en önemli izleğidir. Şiirlerinde yaşadığı dünyanın geçiciliğini gören tedirgin bir ruhun ürperişleri vardır.
  • İkinci Yeni'nin kuyumcu şairidir. Bu kuyumculuğunu şiir sanatındaki dil hassasiyeti bakımından da sürdürür.
  • Birinci dönem şiirlerinde folklor unsurları ağırlıklı bir yer tutar.
  • Eserleri
    Şiir: ikindi Üstü, Dirlik Düzenlik, Yerçekimli Karanfil, Umutsuzlar Parkı, Nerde Antigone, Tragedyalar, Çağrılmayan Yakup, Kirli Ağustos
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce. (Edip CANSEVER)
ÜLKÜ TAMER
  • Ülkü Tamer, 1950'li yıllarda ortaya çıkan İkinci Yeni şiir akımının önde gelen temsilcilerinden biridir.
  • ikinci Yeni'ye, bu akımın ana karakteristikleri oluştuktan sonra dahil olduğu halde, kendine özgü imge dünyası ve süssüz, sade söyleyişiyle dikkati çekti.
  • Çoğunlukla keskin bir ironiyle örülmüş derin acıların ve beşeri trajedilerin dile geldiği şiirlerinde 1970'lerden sonra toplumsal duyarlıklar da öne
    çıktı.
  • Şiirleri 1954'ten itibaren Kaynak, Pazar Postası, Yeditepe, Yeni Dergi, Papirüs, Sanat Olayı gibi dergilerde yayımlandı. 1967'de Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazandı.
  • Eserleri
    Şiir: Soğuk Otların Altında, Gök Onları Yanıltmaz, Ezra ile Gary, Virgülün Başından Geçenler, İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür.
GÜNEŞ TOPLA BENİM İÇİN
Seher Yeli Çık Dağlara
Güneş Topla Benim İçin
Haber İlet Dört Diyara Canım
Güneş Topla Benim İçin
Umutların Arasından
Kirpiklerin Karasından
Döşte Bıçak Yarasından Canım
Güneş Topla Benim İçin
Seher Yeli Yar Gözünden
Havadaki Kuş İzinden
Geceleri Gökyüzünden Canım
Güneş Topla Benim İçin   (Ülkü Tamer)