5 Ocak 2016 Salı

ŞİİR SOKAKTA











BEŞİKTAŞ' IN KURULUŞ TARİHÇESİ

BEŞİKTAŞ


Beşiktaş Jimnastik Kulübü ya da kısaca Beşiktaş, 1903 yılı Mart ayında İstanbul'da kurulan spor kulübü.[1] Bereket Jimnastik Kulübü adıyla kurulan kulüp, 26 Ocak 1911 tarihinde Beyoğlu Mutasarrıfı Muhittin Bey'in teşvikiyle Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü, adıyla tescil edilen ilk Türk spor kulübü oldu.[1][1] Daha çok futbol şubesiyle tanınan kulüp, Türkiye'de futbolun profesyonelleşmesinden sonra şampiyon olma başarısı gösteren 5 kulüpten birisidir. Kulübün genel başkanı Fikret Orman'dır.
Beşiktaş, güncel olarak futbol (erkeklerde), basketbol (erkek ve bayanlarda), hentbol ve voleybol (erkekler) dallarında birinci lig düzeyinde temsil edilmektedir. Bu dalların yanında atletizm, bedensel engelliler, boks, briç, güreş, jimnastik, kürek, masa tenisi, satranç ve elektronik spor dallarında faaliyetlerini sürdürmektedir. Beşiktaş Futbol Takımı, şampiyon olan 5 takımdan birisidir. Ayrıca, futbol takımı armasında yıldız olanb 4 Türk takımından biridir. İnternet üzerinden yapılan bir araştırmada,c Beşiktaş Türkiye çapında %19 civarında taraftar oranı ile en çok taraftara sahip 3. kulüp olmuştur.[2][3] 2013 Eylül ayında, bağımsız bir araştırma şirketi tarafından 27 büyükşehirde 1001 kişi ile yapılan ankette, Beşiktaş'ı tutanların oranı %21.3 olarak açıklanmıştır.[4]
Beşiktaş Erkek Basketbol Takımı, kurulduğu 1933 yılından bu yana Türkiye Basketbol Ligi'nde toplam 2 defa şampiyon olmuştur. Bunun dışında 1'er kez 2. Lig, Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı kazanan takım, 2011-12 sezonunda EuroChallenge 'ı kazanarak tarihinde ilk kez bir Avrupa şampiyonluğu elde etmiştir. Beşiktaş Kadın Basketbol Takımı, Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi'ni toplamda 3 defa müzesine götürürken, 1 kez de Kadınlar Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda mutlu sona ulaşmıştır. 2003 yılında kurulan Beşiktaş Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı ise 2 kez Türkiye Tekerlekli Sandalye Basketbol Süper Ligi'ni kazanma başarısı gösterirken, 1 kez Andre Vergauwen Kupası ve 1 kez de Willi Brinkmann Kupası'nda şampiyonluk elde etmiştir. Faaliyetlerine 1961 yılında başlayan Beşiktaş Bayan Voleybol Takımı, 1'er kez Türkiye Bayanlar Voleybol Şampiyonası, Federasyon Kupası'nda şampiyon olmuştur. Kadınlar Voleybol Balkan Kupası'nda ise toplam 3 kez şampiyon olmuştur. 2013-14 sezonunda CEV Challenge Kupası'nda final oynama başarısı göstermiştir. 1986 yılında kurulan Beşiktaş Erkek Voleybol Takımı ise İstanbul Erkekler Voleybol Ligi ve Federasyon Kupası'nda 1'er kez şampiyon olmuştur. 1986 yılında kurulan Beşiktaş Erkek Hentbol Takımı, 10 kez ile Türkiye Erkekler Hentbol Süper Ligi'ni en çok kazanan takımdır. Bunun dışında 9 kez Türkiye Kupası ve 10 kez de Süper Kupa'da şampiyon olmuştur.

1902 yılında, 22 kişiden oluşan grup o zamanların Medine Muhafızı Şhaplı Osman Ferit Paşa'nın Beşiktaş'ın Serencebey Semti'nde bulunan konağının bahçesinde, haftanın belirli günlerinde bir araya gelip çeşitli jimnastik hareketleri yapmaktaydılar. Şhaplı Osman Ferit Paşa'nın oğulları Mehmet Şamil Şhaplı ve Hüseyin Bereket ile mahalledeki birkaç genç, aletli ve aletsiz jimnastik, barfiks, boks, güreş, halter gibi spor dallarına ilgiliydiler.[5] O yıllarda siyasi nedenlerden ötürü toplanma olaylarına karşı, şehrin birçok yerinde hafiyeler kol gezmekteydi. Serencebey'de bir araya gelen bu 22 kişilik grup, hafiyelerin yaptığı bir baskın sonucu karakola düşmüştür. Ancak, II. Abdülhamid'in başyaveri Mehmet Paşa ve kuşçubaşı Behçet Bey'in de aralarında bulunduğu saray erkanından kişiler, yeni kurulan bu kulübün aletli jimnastik, güreş, boks ve halter gibi insan sağlığına faydalı sporlarla uğraşan bir mektep olduğuna padişahı inandırmaları, o dönemde hoş karşılanmayan ve dini yönden haram olarak kabul edilen futbol oyununu oynamamaları ve sadece beden hareketi yapmaları sebebiyle herhangi bir ceza almamışlardır.[6][7] Daha sonra isimlerini Osmanlı Beşiktaş Terbiye-i Bedeniye Mektebiç olarak değiştirmişlerdir. II. Abdülhamit ise kulübün belirtilen spor dalları ile uğraşmaları için özel bir ferman çıkararak faaliyetlerine izin vermiştir.[7] O zamanların boksör ve güreşçilerinden Kenan Bey'de, sporculara güreş ve boks antrenmanları yaptırmıştır.[5] Mart 1903 tarihinde özel izinle Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü kurulmuştur.[5] Mehmet Şamil Şhaplı, kulübün ilk başkanı, Hüseyin Bereket ise ilk genel sekreteri olarak seçilmiştir.[8] Kulüp ismini ise Şhaplı Osman Ferit Paşa'nın dedesi olan Mirzaiko Bereket Bey ve babası Bereketiko Hasan Bey'den almıştır. Şhaplı Osman Ferit Paşa, 1870'lerin sonunda Beşiktaş Serencebey yokuşundaki konağını satın almış ve kulüp bu konakta kurulmuştur

Kara Kartal sembolü

19 Ocak 1941 tarihinde, Şeref Stadı'nda Beşiktaş'ın Süleymaniye takımıyla oynadığı bir maçta, Beşiktaş takımının hücum ettiği tribünde bulunan Mehmet Galin isminde bir taraftarın "Haydi Kara Kartallar, Hücum edin Kara Kartallar"... şeklinde tezahürat yapmıştır.[20] Beşiktaş'ın maçta üstün oynaması ve art arda ataklar yapması da, taraftarların bu tezahüratı benimsemesini sağlamıştır. Beşiktaş o karşılaşmayı, Şeref Görkey'in voleyle attığı 3 gol, kaptan Hakkı Yeten, Şakir ve Şükrü'nün birer golüyle 6-0 galibiyetle bitirmiştir.[20] Bu maçtan sonra, Kara Kartal Beşiktaş'ın sembolü olarak kabul edilmiştir.[20] 


CAN YÜCELİN HAYATI


CAN YÜCEL

Can Yücel (21 Ağustos 1926 İstanbul - 12 Ağustos 1999[1] ), modern Türk şair. Kullandığı kaba ama samimi dil ve bariton[2] sesi ile okuduğu Türk şiirinde farklı bir tarz yaratmıştır. Tek parti döneminin 7 yıl süre ile Millî Eğitim Bakanlığını yapan Hasan Âli Yücel’in oğludur.
1943 yılında, yakın dostu ve Ankara Atatürk Lisesi'nden sınıf arkadaşı Gazi Yaşargil ile birlikte yurt dışı eğitim bursu kazandığı halde, babası, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel " Bakan, kendi oğluna torpil yaptı derler" diyerek karşı çıktı, söylendi. Gazi Yaşargil, bu bilginin doğru olmadığını, ikisinin de ailelerinin imkânlarıyla yurt dışına gittiklerini açıkladı.[3]Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum ve Marmaris'te turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu.
Son yıllarında Eski Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`e hakaretten yargılanan Yücel, 18 Nisan seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi`nin İzmir 1. sıra milletvekili adayı oldu. 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'ya defnedildi.

Can Yücel, 1945-1965 yılları arasında `Yenilikler`, `Beraber`, `Seçilmiş Hikayeler`, `Dost`, `Sosyal Adalet`, `Şiir Sanatı`, `Dönem`,`Ant`, `İmece` ve `Papirüs` adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları `Yeni Dergi`, ‘Birikim`, `Sanat Emeği`, `Yazko Edebiyat` ve `Yeni Düşün` dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965`ten sonra siyasal konularda da ürün verdi. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkûm oldu. 1974’de çıkarılan genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı.
1962'de İngiltere'deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.
Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekip koğuşturmaya uğrayan Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında `Yazma` adlı kitapta toplamıştır.
Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. Can Yücel'in ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. 'Maaile' şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir: eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. 'Küçük Kızım Su'ya', 'Güzel'e', 'Yeni Hasan'a Yolluk', 'Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim' bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır.
Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi önemli yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına ve Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına bağlı kalmayan, eserleri topluma aktarma amacıyla yaptığı çevirilerdir. Shakespeare'in ünlü 'to be or not to be' sözünü 'bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin' şeklinde Türkçeleştirmiştir. 1959'da ilk baskısı yayımlanan 'Her Boydan' adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçeye çevirmiştir.
12 Ağustos 1999 tarihinde vefat eden Yücel'in cenazesi dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina'nın katkıları ile Datça'ya getirildi ve 17 Ağustos 1999 tarihinde 1999 Gölcük depreminin meydana geldiği tarihte defnedildi.[2] Ölüm yıldönümlerinde kutlamalar, "şarap" içiliyor gerekçesi ile Datça Belediyesi tarafından yapılmadı.[4] "Mekanım Datça Olsun" isimli bir kitap yazması ve yayınlaması nedeniyle, mezarı Datça şehrine defin edilen Yücel'in mezarı, Datça'da adına tören düzenlenmemesi ve başka yerlerde yapılan törenler nedeniyle yıkıma uğratıldı ve mezar taşı parçalandı.[4][5] Mezarı yakınında bulunan "Can Evi" isimli alan ise, bu yıkımın ardından kapatıldı.[4]

İKİNCİ YENİ EDEBİYAT ŞAİRLERİ VE ŞİİR ÖRNEKLERİ

İkinci Yeni Şiir Akımının Genel Özellikleri
  • Aklın mantıksal işleyişine sırt çevirdiler, gerçeküstücülüğü daha bilinçli benimsediler.
  • Anlama değil imgeye kapılarını sonuna kadar açtılar.
  • Konuşma diline uzak kaldılar, edebi sanatlara özgürlük tanıdılar.
  • I. Yeni'nin tam tersi noktadan yola çıkarak halk kültüründen uzaklaştılar.
  • Anlamı karartan ve gizleyen bir tavır takındılar. Sözcüklerin çağrışımlarla derinleşen ve çoğalan değerine önem verdiler.
  • Folklorik malzemenin şairin kişiliğini ezeceğini savunduklarından "Folklor şiire düşman" sloganını geliştirdiler.
  • Kentli küçük insan tipinin çizilmesine ve bu tipin "Süleyman Efendi" tiplemesinde olduğu gibi idolleştirilmesine son verdiler.
  • Duyguya ve çağrışıma dayanarak şiirin içsel zenginliğini daima yeni yorumlara açık bıraktılar.
  • Garip şiiri yoksul çoğunluğun yaşama koşullarını ve zevk anlayışını dikkate alırken, İkinci Yeniciler, daha çok aydın kesimin ve elit tabakanın zevkine hitap ettiler.
  • Şiiri, diğer sanatlarla yakın ilişkiye soktular.
  • Şiiri aklın, ahlaki endişelerin, yasaların ve alışılmış her türlü sınırlayıcı, baskıcı düzeneklerin dışına çıkarmak istediler.
  • Biçimin içerikten önce geldiğini savunan İkinci Yeniciler, siyaset dışı kalmaya özen gösterdiler.
ECE AYHAN
  • Ece Ayhan'ın şiir dili, okuyucuyu şaşırtma ve sarsma anlayışı üzerine kuruludur.
  • Özgün imgelerinin ritmi, her türlü deneyimi kucaklayacak kadar çeşitlidir.
  • Sürrealist teknikleri şiirimize en ciddi biçimde uygulayan şairdir.
  • Onun şiirinde sözcükle dize arasında korkunç bir inatlaşma vardır. Sözcük, kullanıldığı dize içerisindeki yerinden dolayı okuyucu tarafından yadırganır.
  • O, yerleşik dil doğasını yıkarak kendine özgü bir dil yaratmak ister.
  • Eserleri
    Şiir: Kınar Hanımın Denizleri, Bakışsız Bir Kedi ( Kara, Ortadokslular, Yurt Savrul, Zambaklı Padişah, Kolsuz Bir Hattat...
MOR KÜLHANİ
1.Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler
2.Şiirimiz her işi yapar abiler
Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir
Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler
3.Şiirimiz gül kurutur abiler
Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın
Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga'ya kaçan
Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu
Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir
Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler
***
İLHAN BERK
  • İlhan Berk'in ilk şiirleri, Manisa Halkevi'nin çıkardığı "Uyanış" dergisinde çıktı.
  • "istanbul Şiiri"nde İstanbul'un küçük insanlarının macerasını anlattı.
  • Şiirde ses ve müzik yerine daha çok anlamca kapalı şiirler yazmış olmasına rağmen "Günaydın Yeryüzü" kitabıyla 142. maddeden ko-ğuşturmaya uğradı.
  • Ona göre, erotizm, şiirin atardamarıdır, "Kül" adlı kitabıyla "Türk Dil Kurumu" Şiir Ödülü'nü İstanbul Kitabı'yla da "Behçet Necatigil Şiir Ödülü"nü aldı.
  • Eserleri
    Şiir: Güneşi Yakanların Selamı, İstanbul, Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı, Köroğlu, Çivi Yazısı, Ga-lile Denizi, Otağ, Şenlikname...
NE BÖYLE SEVDALAR GÖRDÜM NE BÖYLE AYRILIKLAR
Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni
Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları (İlhan BERK)
CEMAL SÜREYA
  • Cemal Süreya, lise yıllarında aruzla şiirler yazarak edebiyata girdi. İlk şiiri Mülkiye dergisinde yayımlandı.
  • Şiirlerinin yanında sanat konularındaki deneme ve eleştirileriyle tanındı.
  • İkinci Yeni'nin öncülerinden olan şairin ilk şiirlerinde biçim kaygısının ağır bastığı, yeni bir imge ve söyleyiş peşinde olduğu görülür.
  • Eski şiirle bağını sesten çok imge yoluyla kurar, çağrışımlardan yararlanır.
  • Onun şiiri, ince buluşların, duygulanımların, yaşanan gerçekliğin, toplumsal ve kültürel birikimin kendine özgü bir söyleyişle bütünleşmiş bileşimidir.
  • Kendi şiirini tanımlarken: "Benim şiirim erotik bir şiirdir." der.
  • Eserleri
    Şiir: Üvercinka, Göçebe, Beni Öp Sonra Doğur Beni, Uçurumda Açan, Sevda Sözleri, Sıcak Nal, Güz Bitiği
Beni Öp Sonra Doğur Beni
Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.
Ovadan
gözü bağlı bir leylâk kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.
Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.
Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.
Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgârın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.
Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.
Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
-uykusuzluğun sütlü inciri-
kovanlara sızmıyor.
Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.      ( Cemal CEMAL)
TURGUT UYAR
  • Turgut Uyar'ın ölçülü, uyaklı ilk şiiri "Yol", Yedigün dergisinde çıktı.
  • Diğer şiirleri Varlık, Yeditepe, Pazar Postası, Türk Dili dergilerinde yer aldı.
  • ikinci Yeni şairi olarak tanınması ve değerlendirilmesine karşı çıktı. Şiirinde sürekli bir arayış içinde oldu.
  • "Divan" adlı eserinde Divan şiirinden yararlanmayı denedi, şiiri hep içerikte arayan bir şair oldu.
  • "Tütünler Islak" adlı eseriyle Yeditepe Şiir Ödü-lü'nü, "Kayayı Delen İncir" ile Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nü, "Büyük Saat" ile Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü'nü aldı.
  • Eserleri
    Şiir: Arz-ı Hal, Türkiyem, Dünyanın En Güzel Arabis-tanı
TUT Kİ BEN
tut ki sen bir şiiri çok iyi yazsan
ya da çok iyi bir şiir yazsan
bir saatin aralıksız işleyişi
bir çocuğun bir sokak kedisini sevişi
bilmem ki sanki güzel bir akşam gibi
onun için her akşamı iyi yaşamalıyım
yani kıskanılan onu
demek istediğim hepsi (Turgut Uyar)
SEZAİ KARAKOÇ
  • Sezai Karakoç'un ilk şiirleri Hisar, Mülkiye gibi dergilerde yayımlandı. Fransızcadan şiirler çevirdi. Deneme ve eleştiri türlerinde de yazdı.
  • Şiir Sanatı, Diriliş dergilerini çıkardı.
  • ikinci Yeni'nin biçim olanaklarından yararlanarak İslami özle, mistisizmle beslenen bir şiir geliştirdi.
  • Özellikle Şahdamar ve Köpük'ten sonra İkinci Yeni şairleri gibi kapalı bir anlatım biçimine doğru giden şiirlerinin arka planı oldukça zengin imgeler ve serbest çağrışımlarla yüklüdür.
  • Devlet, millet, medeniyet kavramlarına farklı boyutlarda anlam yükleyen sanatçının 41 yıllık "Diriliş" doktrini etrafında düşünsel alanda bir diriliş nesli oluşmuştur.
  • Eserleri
    Şiir: Körfez, Şahdamar, Hızırla Kırk Saat, Sesler, Ta-ha'nın Kitabı, Kıyamet Aşısı, Gül Muştusu, Monaroza, Zamana Adanmış Sözler...
MONA ROZA
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar  (Sezai Karakoç)
***
EDİP CANSEVER
  • Edip Cansever'in edebiyata ilgisi çocukluk yaşlarında başlamıştır.
  • İlk şiirlerinde güncel yaşam kesitleri içinde bireyin büyük kent karmaşasındaki bunalımlarını, avareliklerini, sevinç ve özleyişlerini yansıttı.
  • Değişik bir söyleyişin, imge düzeninin egemen olduğu şiirlerinde çağdaş insanın yabancılaşmasını, düşsel yanı ağır basan bir anlayışla işledi.
  • Çok sesli bir şiirin yaratıcısı oldu. Taklit edilemeyecek bir özgünlüğe sahipti.
  • Anlaşılması güç kapalı şiirleriyle ikinci Yeni'nin öncüleri arasında yer aldı.
  • Yeniliksiz edemeyen, sürekli kendini yenileyen bir şairdi.
  • "Yalnızlık" onun şiirlerinin en önemli izleğidir. Şiirlerinde yaşadığı dünyanın geçiciliğini gören tedirgin bir ruhun ürperişleri vardır.
  • İkinci Yeni'nin kuyumcu şairidir. Bu kuyumculuğunu şiir sanatındaki dil hassasiyeti bakımından da sürdürür.
  • Birinci dönem şiirlerinde folklor unsurları ağırlıklı bir yer tutar.
  • Eserleri
    Şiir: ikindi Üstü, Dirlik Düzenlik, Yerçekimli Karanfil, Umutsuzlar Parkı, Nerde Antigone, Tragedyalar, Çağrılmayan Yakup, Kirli Ağustos
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce. (Edip CANSEVER)
ÜLKÜ TAMER
  • Ülkü Tamer, 1950'li yıllarda ortaya çıkan İkinci Yeni şiir akımının önde gelen temsilcilerinden biridir.
  • ikinci Yeni'ye, bu akımın ana karakteristikleri oluştuktan sonra dahil olduğu halde, kendine özgü imge dünyası ve süssüz, sade söyleyişiyle dikkati çekti.
  • Çoğunlukla keskin bir ironiyle örülmüş derin acıların ve beşeri trajedilerin dile geldiği şiirlerinde 1970'lerden sonra toplumsal duyarlıklar da öne
    çıktı.
  • Şiirleri 1954'ten itibaren Kaynak, Pazar Postası, Yeditepe, Yeni Dergi, Papirüs, Sanat Olayı gibi dergilerde yayımlandı. 1967'de Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazandı.
  • Eserleri
    Şiir: Soğuk Otların Altında, Gök Onları Yanıltmaz, Ezra ile Gary, Virgülün Başından Geçenler, İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür.
GÜNEŞ TOPLA BENİM İÇİN
Seher Yeli Çık Dağlara
Güneş Topla Benim İçin
Haber İlet Dört Diyara Canım
Güneş Topla Benim İçin
Umutların Arasından
Kirpiklerin Karasından
Döşte Bıçak Yarasından Canım
Güneş Topla Benim İçin
Seher Yeli Yar Gözünden
Havadaki Kuş İzinden
Geceleri Gökyüzünden Canım
Güneş Topla Benim İçin   (Ülkü Tamer)

DİVAN EDEBİYATI VE HALK EDEBİYATI

Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatının Karşılaştırılması

Türk edebiyatı, İslamiyet etkisine girdikten sonra Halk edebiyatı ve divan edebiyatı olmak üzere iki koldan devam eder. Bu iki edebiyat şekil ve içerik olarak birbirinden tamamen ayrılsa da birbirlerinden etkilendikleri zamanlar da olmuştur. Halk edebiyatı ve Divan edebiyatını karşılaştırmak istediğimizde şu özellikler karşımıza çıkar:
1. Divan edebiyatı tamamen yazılı eserlerden oluşurken halk edebiyatında sadece sözlü ürünlerden oluşan eserler de vardır.
2. Divan edebiyatında aruz, Halk edebiyatında hece ölçüsü kullanılmıştır.
3. Divan edebiyatında nazım birimi beyittir, Halk edebiyatında ise dörtlüktür.
4. Divan edebiyatının dili Arapça ve Farsça sözcüklerle yüklü ağır bir dilken ; Halk edebiyatında dil sadedir.

5. Halk edebiyatında yarım uyak kullanılırken Divan edebiyatında tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
6.Divan edebiyatında mazmun denilen kalıplaşmış sözlere yer verilir.
7. Her iki edebiyatın da kendine özgü nazım şekilleri bulunur.
8. Divan şairleri genellikle medrese eğitimi almış eğitimli şairlerdir, Halk şairleri ise genellikle usta çırak geleneğine göre yetişmiş kişilerdir.
 
Divan Edebiyatının Genel Özellikleri
 
Divan edebiyatı Türklerin İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkan yazılı edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatının etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapca ve Farsça sözcüklerin Türkçe’ye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Bu edebiyata Divan edebiyatı denmesinin nedeni, şâirlerin şiirlerini divan denen el yazması kitaplarda toplamış olmalarıdır.İslâm dininin benimsenmesinden sonra, Kur’an’ın Arapca olmasından dolayı pek çok toplumun kültür dili değişime uğradı. İranlılar 9. yüzyılda edebiyat ürünlerini, Yeni Farsça diye adlandırılan bir dille vermeye başladılar. İran edebiyatının bu ürünlerinden Türk edebiyatı büyük ölçüde etkilenmiştir.
1. Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir.
2. Nazım ölçüsü “aruz“dur.
3. Dili Arapca, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıca”dır.
4. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
5. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır.
6. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.
7. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır.
8. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır.
9. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hakimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir.
10. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir.
11. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır.
12. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir.
13. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir.
14. Nesir alanında tezkireler (edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser), münşeatlar (mektuplar), tarihler, dini metinler ve nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön plandadır.
15. 13.yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür

 
Halk Edebiyatının Genel Özellikleri
 
Halk Edebiyatı, sözlü edebiyatın uzantısıdır. Halkın yarattığı sözlü eserlerden oluşur. Dil, biçim, konular, duyarlıklar bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır. Türklerin Anadolu’ya geldikten sonra edebiyatları beş gruba ayrılmıştır. Arapca ve Farsçayı çok iyi bilen aydınların oluşturduğu “Yüksek Zümre Edebiyatı” ve İslam öncesinden gelen sözlü bir “Halk Edebiyatı“. Anadolu’ya göç eden Türkler arasında aynı ayrım devam etti. Medrese eğitimi gören aydın kesim Arap ve Fars edebiyatlarının tesirini devam ettirirken, halk yine saz şairleri aracılığıyla halk edebiyatını devam ettirdi. Dolayısı ile Anadolu Türk Edebiyatı iki grupta incelenmektedir. Bu gruplardan biri Halk Edebiyatı ‘dır.
Öte yandan Anadolu’da kurulan Türk devletleri, resmi yazışma dili olarak Arapca ve Farsça’yı kullandılar. Bu durum edebiyat dilinin değişmesine de yol açtı. Özellikle saray çevresindeki şairler ve yazarlar, yapıtlarını Arapca ve Farsça yazmaya başladılar. Osmanlı Devleti döneminde Arapca ve Farsça‘nın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlıca dili divan edebiyatında kullanılan ana dildir.

1. İslamiyet’ten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı içindeki biçimidir. Bir anlamda sözlü edebiyat dönemimizin gelişmiş biçimi olarak düşünebiliriz.
2. Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur.
3. Divan edebiyatında olduğu gibi şiir yine egemen türdür.
4. Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır.
5. Nazım birimi dörtlüktür.
6. Ölçü, hece ölçüsüdür, En çok yedili, sekizli, on birli kalıplar kullanılmıştır.
7. Şiirlere genel olarak yarım uyak hakimdir.
8. Dil halkın konuştuğu günlük konuşma dilidir.
9. Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardan yararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır.
10. Şiirler çoğu zaman saz eşliğinde söylenir. Duruma göre şiir söyleyen aşıklar, şiirleri için bir ön hazırlık yapmazlar. Bu yüzden şiirlerinde derin bir anlam kusursuz bir biçim görülmez.
11. Aruz ölçüsü ile şiir yazanlar olmasına rağmen asıl ölçü hece ölçüsüdür.
12. Nazım birimi dörtlüktür. Ancak nadiren de olsa Türkü ve ninnilerde üçlü, beşli söyleyişler görülür.
13. Dili, halk dilidir. Bu dilin öz Türkçe olduğu söylenemez. Ancak halka mal olmamış sözcükler kullanılmamıştır.
14. Şiirler hazırlıksız söylenildiğinden daha çok yarım kafiye ve redif kullanılmıştır.
15. Nazım şekli olarak mani, koşma, varsağı, semai, destan v.s. kullanılmıştır.
16. Konu olarak Aşık edebiyatında aşk, ölüm, hasret, ayrılık gibi duygusal konular, doğa sevgisi, yiğitlik, zamandan şikayet işlenmiştir. Tekke edebiyatında ise konu dindir.
17. Söyleyişlerde doğa ile iç içe olmaktan kaynaklanan bir somutluk hakimdir.
18. Halk şairlerinin hayat hikayeleri ve şiirleri cönk adı verilen eserlerde toplanır.
19. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şairleri, divan şairlerinden etkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı denemişlerdir. Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun ortaya çıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince hor görülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır.
 

4 BÜYÜK ESER

İSLAMİ İLK ÜRÜNLER
Kutadgu Bilig
  • 11. yüzyılın başlarında Balasagun'da doğmuş olan Yusuf Has Hâcib, asil bir aileye mensuptur. Balasagun’da yazmaya başladığı Kutadgu Bilig adlı kitabını 1069 yılında Kaşgar'da tamamlayarak Karahanlı hakanlarından Tabgaç Buğra Han'a sunmuştur.
  • Kutadgu Bilig, Hakaniye lehçesiyle yazılmış, didaktik bir eserdir.
  • "Mutluluk veren bilgi" anlamına gelmektedir.
  • İnsana her iki dünyada gerçekten kutlu olmak, mutlu yaşamak için gerekli yolu göstermeyi amaçlayan bu kitap, aruz vezni ile yazılmıştır.
  • Nazım şekli mesnevidir. Ayrıca içerisinde pek az miktarda dörtlük de vardır.
  • Edebiyatımızda aruz ölçüsünün kullanıldığı ilk eser olarak kabul edilmektedir.
  • Eserde adaleti, aklı, saadeti ve devleti temsil eden dört kahramanın çevresinde gelişen olaylarla yazar, devlet idaresinin ve sosyal düzenin nasıl olması gerektiğini anlatır.
  • Kutadgu Bilig, Karahanlılar çağının siyasi ve kültürel bakımdan önemli bir merhalesini temsil eder.
  • Kutadgu Bilig, alegorik bir münazara karakterindedir.
  • Münazaranın kahramanları dört kişiden ibaret olmakla beraber, genel olarak ağırlık noktalarını, iki kişi arasındaki konuşmalar oluşturur. (Küntoğdı: kanun; Aytoldı: saadet; Ögdülmiş: akıl; Odgurmış: akibet)
  • Kutadgu Bilig, dil özellikleriyle olduğu kadar düşünce derinliği ve zevk inceliğiyle de yeni bir çığır açan eserlerdendir.
  • Eserin temelinde kâmil insan kavramı yatmaktadır. Özellikle insanı geliştiren ve güçlendiren faziletler dikkati çeker: Bilgi edinmek, okumak, güzel yazmak, çeşitli bilimlere sahip olmak, sevilen milli sporlara ve maharetlere değer vermek başta gelir.
  • Bir yönü ile bir nasihatname niteliğinde olan Kutadgu Bilig, başka bir yönü ile de bir siyasetname karakterlerindendir.



Divan-ı Lûgatit Türk
  • Karahanlılar döneminde yetişen ve ilk Türk dil bilgini olan Kaşgarlı Mahmut'un doğum tarihi, kesin olmamakla birlikte 1025 olarak biliniyor.
  • 1071–1077 arasında Bağdat'ta bulunan Mahmut, Türk kültürünün Araplara tanıtılmasında büyük rol oynamıştır.
  • Türk illerini adım adım dolaşan Kaşgarlı Mahmut, çalışmalarında Türkçeyi resmi dil olarak kabul eden Karahanlı Devleti'nden de büyük destek görmüştür. Türkçenin serpilip gelişmeye başladığı o dönemde, Mahmut'la birlikte Balasagunlu Yusuf Has Hacib de Türk diline büyük hizmet etmiştir. Bu iki Türk âlimi, ortaya koydukları eserlerle, Türk dil birliğinin sağlanmasına önemli katkılarda bulunmuşlardır.
  • Kaşgarlı Mahmut, ayrıca Türkçeyi Araplara öğretmek amacıyla Kitâb-ı Cevâhirü'n-Nahvi Lûgati't-Türk adlı gramer kitabını yazmıştır.
  • Kaşgarlı Mahmut, ömrünün sonlarına doğru tekrar memleketi Kaşgar'a dönmüş, tahminen 1090'da burada vefat etmiştir.
  • Kaşgarlı Mahmut'un ünlü eserinin tam adı "Kitab-ı Divan-ı Lûgati't-Türk"tür.
  • Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır.
  • Ebul Kasım Abdullah'a sunulmuştur.
  • Kitap için çok kısa bir tanım yapmak gerekirse; "Ansiklopedik Sözlük" denmesi uygun olur.
  • Orijinalinin nerede olduğu bilinmiyor. Bugün elimizde bulunan Şamlı Mehmed bin Ebu Bekir'in, 1266 yılında kopya ettiği bir nüshası vardır. Bu nüsha, İstanbul Fatih'teki Millet Kütüphânesi'ndedir.
  • Aynı zamanda filolog, etnograf ve ilk Türk haritacısı olan Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lûgati't-Türk adlı eserinde; yaşadığı devirdeki Türk illerinin ve boylarının kullandığı ağızları tespit etmiştir.
  • Oğuz Türklerinin 24 boyu ile ilgili şemayı da verdiği Divân'ında Türk dilinin grameri yanında, Türk yer adları, Türk damgaları ve Türk topluluklarını da etraflı şekilde anlatmıştır.
  • Divanü Lugati't-Türk; bir sözlük olmakla birlikte, Türk milletinin yüceliğini de anlatan bir âbide eserdir.
  • Sekiz bölümden oluşur. Kitapta yaklaşık 8.000 kelime vardır.
  • Kelimelerin anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden, örnekler verilmiştir. Bu yönüyle eser, bir kültür hazinesi değerine kavuşturulmuştur.
  • Eserde yer alan harita ise, Türk Dünyası ile ilgili olarak yayınlanan ilk haritadır.
  • Divanü Lûgati't-Türk, Türkçenin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabıdır.
  • Türk boyları ve coğrafyası ile Türklerin örf ve gelenekleri üzerine önemli bilgiler vermektedir.
  • Hakaniye lehçesi ile yazılmıştır.



Atabetü'l-Hakayık
  • 12. yüzyılda Edip Ahmet tarafından aruz vezni kullanılarak dörtlüklerle yazılmıştır.
  • Didaktik bir eserdir. Eserin adı "hakikatler basamağı" anlamına gelmektedir.
  • Eser Sipehsalar Mehmet Bey'e sunulmuştur.  Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan bu eserde, bilginin faydası, cehaletin zararları, cömertlik, cimrilik, iyi ve kötü huylar anlatılarak halka yararlı olmak hedeflenmiştir.
  • Hakaniye lehçesiyle yazılmış olan eserin dili biraz ağırdır. Eserde Arapça ve Farsça kelimelere rastlanır.
  • Dörtlükler manilerdeki gibi "aaxa" şeklinde kafiyelenmiştir.
  • Edip Ahmet'in, bu eseri yazarken Kutadgu Bilig'den etkilendiği bilinmektedir.


 
Divan-ı Hikmet
  • XII. yüzyılda Orta Asya'da hikmetleriyle büyük bir şöhret kazanmıştır.
  • Ahmet Yesevî, Türk tasavvuf edebiyatının ilk büyük ismidir. Şiirleriyle bütün Türk ülkelerinde derin izler bırakmıştır.
  • Divan-ı Hikmet’teki şiirler, sade bir dille yazılmış, öğretici mahiyette manzumelerdir.
  • Ahmet Yesevi, şiirlerini daha çok 12'li hece vezniyle ve dörtlükler halinde, Hakaniye lehçesiyle yazmıştır.
  • Divan-ı Hikmet, dini, tasavvufi ve öğretici bir eserdir. Eserin yazılma amacı, halka İslamiyet'i hikmetli bir şekilde öğretmektir.
  • Dörtlüklerin her birine "hikmet" adı verilmiş ve bu hikmetler Orta Asya ve Anadolu'da yayılarak halkı derinden etkilemiştir.
  • Yesevilik tarikatının da kurcusu olan Ahmet Yesevi daha sonra Anadolu'da kurulan pek çok tarikata kaynak olmuştur.
  • Orta Asya ve Türk boylarının bulunduğu bölgelerde yüzyıllarca sevilerek okunan "Bakırgan Kitabı"nın yazarı olan Süleyman Ata da, Ahmet Yesevi'nin halifelerinden biridir. Onun eseri de dini, tasavvufi ve öğretici şiirlerden oluşmaktadır.


 
Dede Korkut Hikâyeleri
  • Oğuz Türklerinin diğer Türk boylarıyla ya da Rum, Abaza ve Gürcülerle yaptıkları savaşlara ait destanî hikâyelerdir.
  • Halk arasında söylene söylene XIV. yüzyılda son şeklini almış, 15. ve 16. yüzyılda yazıya geçirilmiştir.
  • Hikâyelerin yazarı belli değildir.
  • Dede Korkut Hikâyeleri’nin biri Almanya'da Dresden Kütüphanesi’nde diğeri Vatikan'da olmak üzere, iki yazma nüshası vardır.
  • Dede Korkut’un kişiliği üzerinde yeterli bilgimiz yoktur. Korkut-Ata adıyla da tanınan Dede Korkut, söylentilere göre Oğuzların Bayat Boyundan Kara Hoca'nın oğludur. Onun, IX. ve XI. yüzyıllar arasında Türkistan'da Sir-Derya nehrinin Aral Gölüne döküldüğü yerde doğduğu, Ürgeç Dede adında bir oğlu olduğu, Oğuz Türklerinden büyük saygı gördüğü, bu bölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına akıl hocalığı ve danışmanlık ettiği hikâyelerden anlaşılmaktadır.
Hikâyeler:
  • Dede Korkut hikâyeleri on iki hikâye ile bir önsözden oluşmaktadır.
  • Hikâyelerde olaylar nesir, kahramanların duygu ve düşünceleri nazımla dile getirilmiştir.
  • Arı bir dil kullanılmış, olağanüstü olaylara yer verilmiştir.
  • Türkçenin canlı ve doğal anlatım güzelliğini gösteren hikâyelerde ses tekrarları da sıkça yer almaktadır.
  • Dede Korkut’un Türkler arasında ağızdan ağıza, dilden dile dolaşan hikâyeleri XV. yüzyılda Akkoyunlu'lar devrinde Dede Korkut Kitabı adıyla bir kitapta toplanmış, böylelikle sözden yazıya dökülmüştür.
  • Bu hikâyeler, Türk ruhuna, Türk düşüncesine, Türk kültürüne ve hayat tarzına ışık tutan en açık belgelerdir.
  • Dede Korkut, Oğuz Türklerini, onların inanışlarını, yaşayışlarını, gelenek ve göreneklerini, yiğitliklerini, sağlam karakteri ve ahlâkını, ruh enginliğini, saf, arı-duru bir Türkçe ile dile getirir.
  • Hikâyelerdeki şiirlerde, çalınan kopuzların kıvrak ritmi, yanık havası vardır.
  • Dede Korkut’un kahramanları, iyiliği ve doğruluğu öğütler. Güçsüzlerin, çaresizlerin, her zaman yanındadır. Tok sözlü, sözlerinin eridirler. Türk milletinin birlik ve beraberliğini, millî dayanışmayı, el ele tutuşmayı öne çıkarır.


EDEBİYAT NEDİR ?