10 Nisan 2016 Pazar

MANTIKU'T TAYR

Mantık-ut Tayr Allah'ın birliği, İslam dininin son peygamberi Muhammed'in methi gibi konulara sahip olan uzunca bir girizgâhın ardından kuşların kendilerine bir padişah seçmek istemelerinden bahseden bir giriş bölümü ile başlar. Kuşlar bir araya gelip her ülkenin padişahı olduğu kendi ülkelerinin de bir padişahı olması gerektiğini tartışırlar. Daha sonra içlerinde en bilge görülen Hüdhüd onlara padişahlarının ancak ve ancak Simurg kuşu olduğunu aktarır. Bu nokta ile birlikte Hüdhüd hikâye içerisinde önemli bir semboldür ve giriş kısmında kuş topluluğundaki Hüdhüd şu şekilde betimlenir:
"Sırtında tarikat elbisesi, başında ise hakikat tacı vardı."[2]
Eserde Tanrı'yı sembolize eden Simurg kuşuna yapılan betimlemelerden biri ise şudur:
"Kuşkusuz bizim de bir padişahımız vardır. O da Kaf Dağı'nın ardındadır."
"Adı Simurg'dur, kuşların padişahıdır. O bize yakındır lakin biz ona oldukça uzağız."[3][4]
Buradan sonra yol hazırlığı içerisindeki kuşlar tek tek tanıtılır fakat öncelikle Simurg'u daha detaylıca tarif eden bir bölüm yer alır. Sonrasında farklı kuşların hikâyeleri anlatılır ve her bir kuşla bir zaaf veya özellik ilişkilendirilir. Böylece o zaafın veya özelliğin tasavvuf bağlamındaki yerine değinilir. Örneğin papağanın hikâyesinde papağan kendisinin Simurg'un dergâhına varacak takati olmadığını belirtir ve tek arzusunun içmekte olduğu ab-ı hayatolduğunu dile getirir. Hüdhüd ise canını önemsemenin yanlışlığı ile ilgili bir cevap verir ve canın canana feda etmek için olduğundan bahseder. Kitabın tek tek kuşlardan bahseden bu bölümünden itibaren anlatımda aralara bahsi geçen özellik, kavram veya genel olarak konu hakkında çeşitli hikâyeler, kıssalar anlatılır. Bu kıssaların bir kısmı tarihte yaşamış önemli kimselere atfedilir veya içlerinde karakter olarak bu kişileri barındırır.
Kuşların tek tek gelip kendilerine dair konuşmalarından ve bunlardan çeşitli özelliklerin tasavvufî tahlilinin yapılmasından sonra kuşlar Hüdhüd'e başka sorular yöneltirler. Cevaplardan sonra kuşlar yola düşmek isterler öncelikle Hüdhüd onlara açıklayıcı bir konuşma yapar. Fakat bu konuşmanın ardından bahane getirmeye başlarlar. Hüdhüd tek tek bahaneleri cevaplar. Bahanelerin sonunda bir kuşun yolu anlatmasını istemesi üzerine Hüdhüd Simurg'a ulaşmak için gidilecek yolu anlatır; aşılması gerekilen yedi vadi vardır, hepsi de çetindir. Vadilerin adları sırasıyla: Talep, Aşk, Marifet, İstiğna (ihtiyaçsızlık), Tevhid, Hayret, son olarak da Fakr ve Fena'dır. Hüdhüd bu vadilerin her birini anlatır, daha sonra etkilenen kuşlar yola koyulurlar. Binlerce kuş olarak çıktıkları yoldan sadece otuzu Simurg'un dergâhına varabilir. Sonunda Simurg'u gördüklerinde ise Simurg'un kendileri olduğunu fark ederler; dergâh aslında bir aynadan ibarettir. Bu eserde şöyle açıklanır:
"O dergâhtan hal diliyle bir nida geldi: 'Güneşe benzeyen bu dergâh bir aynadır'."[5]
Kuşlar böylece fani olduktan uzunca bir süre sonra onların tekrar kendilerine (varlık alemine) gelmelerine izin verilir. Bu noktada kuşların geldikleri makamın beka olduğunu ifade eden ve beka makamından söz eden beyitler bulunur. Kitap Attar'ın kendisi hakkındaki bir kısımla biter; bu kısımda kitabına dair de yorumları bulunur.

NASRETTİN HOCA HİKAYELERİ

Timur’un Rüyası

Aksak Timur bir gün Akşehir’in ileri gelenlerinden bir adamı huzuruna istemiş. Hiçbir şeyden haberi olmayan adamcağız huzura çıkınca, Timur:
– Bana bak, demiş, sen kim oluyorsun da bana hakaret ediyorsun.
– Aman Hünkâr’ım, demiş adam, buna nasıl dilim varır?
Timur’un öfkeli sesi yeri göğü inletmiş:
– Utanmaz, bir de yalan söylüyorsun, gece rüyamda gördüm, hakaret ediyordun. Tez götürün bu adamı, gereği yapıla!
diyerek adamın ölüm fermanını imzalamış. Akşehir dediğin ne ki, olay anında duyulmuş. Duyulur duyulmaz da bizim Nasreddin Hoca tası tarağı topladığı gibi Akşehir’den hicret etmek istemiş. Ahali Hoca’nın kapısında toplanıp:
– Aman Hocam, demişler, nereye gidiyorsun, bizi Timur’dan sen koruyordun, sahipsiz kalacağız.
– Bundan sonra değil sizi, Nasreddin Hoca’yı da koruyamam, demiş. Adamın dünyasına karıştım ama, rüyasına karışamam!

Kirli Kuzgun

Hoca’nın pek âdeti de değil ya, bir gün Akşehir Gölü’ ne hanımıyla çamaşır yıkamaya gitmişler. Hanım yıkıyor, Hoca seriyor derken bir kara kuzguncuk ok gibi atılıp sabunu kaptığı gibi havalanmış. Kadıncağız ah vah etmeye kalkınca Hoca:
– Boşver hatun, demiş, ne sızlanıp duruyorsun, o bizden kirli, temizlensin gariban!
Komşuya Gitmem Komşusu, Hoca’dan eşeğini ödünç istemiş. Hoca da:
– Eşeğime sormam lazım, deyip ahıra gitmiş. Döndüğünde ne dese beğenirsiniz:
– Kusura bakma komşum. Sana gelmek istemedi. Şimdi senin hakkında ileri geri konuşur, benim de eşekliğim t

Hoca Bilgin Olursa

Hikâye bu ya, Akşehir’e yabancı bir bilgin gelmiş. Onu ağırlama görevini de Akşehir’in en yaşlısı ve en bilgin kişisi olarak Nasreddin Hoca’ya vermişler. Yenilmiş, içilmiş, gezilmiş sıra Hoca’nın bilginliğini ölçmeye gelmiş. Yabancı bilgin, elindeki değnekle yere bir daire, ortasına da bir çizgi çizmiş. Hoca, parmağıyla kendine doğru üç, bilgine doğru bir yapmış. Bilgin par maklarıyla su atar gibi elini aşağıya doğru sallamış, Hoca da yukarıya doğru… Neyse bilgin, Hoca’yı yerlere kadar eğilerek selamlamış.
Ülkesine dönen bilgin, herkese Hoca’yı anlata anlata bitiremiyormuş. Diyormuş ki:
– Daire çizdim. Ekvatoru gösterince, O, dünyanın dörtte üçü su, dörtte biri kara, dedi. Ben yağmuru sorunca hemen anladı, buharlaşmayı anlattı.
Tabi Akşehirliler de Hoca’ya yabancı bilginin neler yaptığını sorunca Hoca:
– Vallahi hiçbir şey anlamadım, demiş. Önce kocaman bir sini çizdi. Anlayacağınız baklava yiyelim, dedi. Tepsiyi ikiye böldü. Ben de yoo… yağma yok! Üçü benim, biri senin hakkın, dedim. Sonra eliyle fındık, fıstık serper gibi yaptı. Ben de tamam, dedim. Yalnız, parmaklarımı şöyle şöyle oynatarak odun ateşinde pişmeli, dedim. O da hepsini sen ye deyip yerlere kadar önümde eğildi!
utar, dedi.

 

DEDE KORKUT HİKAYELERİ

Dede Korkut Hikayeleri sözlü olarak bütün Türk illerinde varlıkları görülen, 
 ve 
 destanları ile ilgisi bulunan, 
arasında 
 öncesi doğan, İslamiyetin kabulü ile İslami renge bürünen ve destan hususiyeti taşıyan hikayeler. Hikayelerin hepsinde Dede Korkud adlı bir Türk ermişinin ortaya çıkarak deyişler demesi, Oğuzname düzmesi, destan söyleyip Oğuz halkına nasihatta bulunması; onların Dede Korkud Hikayeleri adıyla anılmasına sebep olmuştur. Hikayelerin tamamının bulunduğu kitaba da Kitab-ı Dede Korkud (Dede Korkud Kitabı) denilmektedir. Hikayeler Oğuz Türklerine aittir.Oğuz Türklerinin 24 boya ayrılması sebebiyle, sayılarının Oğuz boyları kadar olması fikri bazı Türkologlar tarafından düşünülmüşse de, bugün elimizde sadece 12 hikaye bulunmaktadır. Dede Korkut hikayeleri 
`nin en bilinen 
 
ındandır. Destanın 
 dayandığı varsayılsa da, Türk boylarının göçmen olmalarından dolayı tam olarak bir tarih belirlemek mümkün değildir. ``Dede Korkut Kitabı``ndaki hikayeler tarih boyunca dilden dile, anlatıcıdan anlatıcıya aktarılan bir sözlü gelenek ürünüdür. Bu süreç içerisinde değişikliklere uğrayan hikayeler 
 yazıya geçirilmişlerdir. 

Dede Korkut kimdir?

`un destanların ilk anlatıcısı olduğu tahmin edilmektedir. Hikayelerde veli bir kişi olarak ortaya çıkar. Oğuzlar önemli meseleleri ona danışırlar. Keramet sahibi olduğuna inanılır. Gelecekten haberler verdiği söylenir. 
 ve 
ır. 
 çalıp, hikmetli sözler söyler. Kopuzuna da kendine duyulduğu gibi saygı duyulur. 
`de, Dede Korkut`un 295 yıl yaşadığı ve 
`e elçi olarak gönderildiği anlatılmaktadır. 
`a 
 yapmış olduğu da düşünülmektedir. 

İsmin tarihi

Korkut kelimesinin “kork-” fiil kökünden türemiş olma ihtimalinin yanı sıra 
 kökenli olup 
 manasına gelmesi de mümkündür. Her iki ihtimalde de a€˜Korkut` kelimesinin bir lakap, bir unvan olduğu görülmektedir. “Dede” kelimesinin ise ata manasında kullanıldığı tahmin edilmektedir. Fakat destanlarda daha çok halk arasında büyük hürmet ve kutsallık kazanmış halk bilgini anlamında kullanılmıştır. 

Dede Korkut`un gerçek ismi, hayatı, yaşadığı çağ ve coğrafyayı kesin olarak aydınlatmak eldeki kaynaklar ve rivayet ile mümkün değildir. Destanlardan çıkarılabildiği kadarıyla ise Dede Korkut`un iki kişilik olarak ön plana çıkar:
  1. Kutsal kişiliği
  2. Bilge kişiliği
Başka kaynaklarda devlet adamı kişiliğinin de bulunduğu belirtilmektedir. Dede Korkut`un çok kişilikli olarak karşımıza çıkması farklı zaman, hatta farklı mekanda yaşamış benzer şahsiyetlerin destanlarda tek isim altında toplanmış olabileceğini düşündürse de bu kişiliklerin halkın eklentisi olma ihtimali de vardır. 

Destanlar

Kitapta on iki tane destan vardır. Bu destanların her biri bir boy için söylenilmiştir. Bu destanlarda boyların 
ının başından geçen olaylar, ad koyma, canavarlarla savaşma gibi bölümler yer almaktadır. 

Hikayelerin dili oldukça sadedir. 15-16. 
 yazıya geçirildikleri halde arı bir 
`ye sahiptir. Az miktarda Arapça kökenli kelime de vardır. 
 ve 
`in 
 ile yayınladıkları kitaplar
 öğrencilerinin anlayabileceği kadar sade ve basit cümle yapısına sahiptir. Hikayeler çoğunlukla 
ve ahenkli bir şekilde anlatılır. Manzumların bir kısmı kafiyeli olmasa da kulağa hoş gelen bir söyleyiş tarzı vardır. Kitapta yaklaşık 8.000 tane farklı sözcük ve deyim geçer. Cümleler kısa ve yalındır. 

Dede Korkut Destanlarının Genel İç Yapısı

Dede Korkut destanları olağanüstü olayların yoğunluğundan sıyrılmış ve günlük, sade olaylar içeriklerine dahil olmuştur. Destan niteliğine tüm Oğuzlar`ı etkilemesiyle ulaşmıştır. 

Hikayelerde dersler verilmiş, halk bilgilendirilmek istenmiştir. Destanlaşmış tarih olayları anlatılmıştır. Oğuzların dini inançları belirtilmiştir. Örneğin, Alplerin savaşa gitmeden önce arı suyla abdest aldığı ve iki rekat namaz kıldıkları belirtilmiştir. Halkın ekonomik durumu da anlatılmıştır. Oğuzların daha çok 
 geçindiği neredeyse her hikayede görülmektedir. Yalnız, Oğuzlar`da üstünlük zenginlikle, mal ve mülkle olmamaktadır. Bunun için yiğitlik gerekmektedir. Erkek gençlerin isim alabilmesi için bir yiğitlik göstermesi gerekir. Yiğitlik gösteren delikanlıya Dede Korkut isim verir. Verdiği isimler genellikle delikanlının gösterdiği yiğitlikle alakalıdır. Mesala 
`a a€˜Boğaç` ismi boğayı boğduğu için verilmiştir. Oğuzlar işlerini kendileri yapamazsa küçük düşerler. Üstünlüklerini kaybetmemek için yardım kabul etmezler. 
`ın hikayesinde de böyle olmuş, Kazan Han çobanı, yardımını engellemek için ağaca bağlamıştır. 

Hikayelerde kadın da söz sahibidir ve hanlık edebilir. Kadın evlenirken güçlü, yiğit birini arar. Gerektiğinde de savaşır fakat onun savaşması erkeği küçük düşürür.